1788: Savaşın Gölgesinde İnsanlık mı, İhtiras mı?
Açık konuşayım; tarihe sadece “olanı” değil, “neden olduğunu” sormadan bakanlardan bıktım. 1788 yılı denince çoğu kişi hemen “Osmanlı-Rus Savaşı” der geçer. Ama asıl mesele, o savaşın neden çıktığı ya da kim kazandı değil — o savaşın hangi zihniyetin ürünü olduğudur. Forumda bunu tartışalım istiyorum; çünkü bana göre 1788 sadece bir tarih değil, hâlâ içimizde yankılanan bir zihinsel kalıplaşmanın simgesi.
Savaşın Adı: Osmanlı-Rus Savaşı (1787–1792)
1788 yılı, Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya İmparatorluğu arasındaki 1787-1792 savaşının en sıcak dönemlerinden biriydi. Yani ortada bir sınır çatışması değil, iki büyük imparatorluğun onur, toprak ve çıkar kavgası vardı. Bu savaşta Osmanlı, Avusturya ve Rusya gibi iki devletten biriyle değil, ikisiyle birden uğraşmak zorunda kaldı. Klasik tarih kitaplarında “Rusya’nın Karadeniz’e inme politikası” ya da “Avusturya’nın Balkan hevesleri” diye geçer. Ancak o soğuk ifadelerin ardında yüz binlerce insanın korkusu, açlığı, öfkesi ve ölümleri gizlidir.
Ama mesele sadece dış düşman değildi. 1788 savaşı aynı zamanda Osmanlı’nın kendi iç çürümüşlüğünün, yönetim zafiyetinin ve değişen dünyaya ayak uyduramamasının aynasıydı.
Savaşın Gerçek Yüzü: Kaybedilen Sadece Toprak mıydı?
Bu dönemde Osmanlı yönetimi hâlâ eski sistemlerle, eski reflekslerle hareket ediyordu. Avrupa’da sanayi devrimi kıvılcımları yanıyor, bilimle birlikte askeri teknoloji ilerliyordu. Bizde ise hâlâ “yeniçeriler disiplinsiz, halk yoksul, devlet kâğıt üstünde güçlü” masalları anlatılıyordu.
1788 savaşı sadece askeri değil, zihinsel bir yenilgiydi.
Osmanlı’nın “şanlı geçmişe” tutunarak, değişen dünyanın dinamiklerini reddetmesi onu yenilgiye götürdü. Bu savaşta yenilen bir ordu değil; düşünmeye direnen bir imparatorluktu.
Ve ironik olan şu ki, halkın büyük kısmı savaşın nedenini bile anlamamıştı. Köylüler için savaş, uzak diyarlarda ölen isimlerdi. Saray içinse savaş, bir prestij meselesiydi. Aradaki uçurum, imparatorluğun sonunu hazırlayan en büyük uçurumdu.
Erkeklerin Stratejisi, Kadınların Empatisi
Bu noktada forumda hep düşündüğüm bir karşılaştırmayı gündeme getirmek istiyorum:
Erkek egemen tarih yazımı, savaşları stratejiyle, kahramanlıkla, zaferlerle anlatır. Kadın bakış açısı ise savaşın insan yüzüne dokunur — aç kalan çocuklara, dul kalan eşlere, parçalanan topluluklara…
1788 savaşını erkekler “kaybedilen bir muharebe” olarak gördü. Kadınlar ise onu “bitmeyen bir yas” olarak yaşadı.
Bir erkek, haritaya bakıp “burada mevzi kaybettik” diyebilir. Bir kadınsa “o gün komşumun oğlu dönmedi” der.
Hangisi tarihtir? Hangisi gerçektir?
Tarihi yalnızca stratejiyle anlamaya çalışan erkek zihniyet, savaşın nedenlerini değil, sadece sonuçlarını tartışır. Kadınsı bakış ise insani kayıpları merkeze koyar, ama bazen politik gerçekliği göz ardı eder. Bu yüzden her iki yönün birleşmesi gerekir: akıl ve kalp, strateji ve empati.
Tartışmalı Noktalar: Gerçek Suçlu Kimdi?
Peki suçlu kimdi? Osmanlı mı, Rusya mı, yoksa tarih boyunca bitmeyen “imparatorluk hırsı” mı?
Rusya, Çariçe II. Katerina döneminde genişleme politikasını “medeniyet getirme” kisvesi altında yürütüyordu. Osmanlı ise çöküşte olduğunu bile fark etmeyecek kadar gururla körleşmişti.
Ama asıl suçlu belki de ne Rusya ne Osmanlı; belki de itaatkâr zihinlerdi. Halkın “devlet bilir” diyerek her kararı sorgusuz kabul etmesi, savaşları mümkün kıldı.
Bugün de aynı zihniyetin farklı biçimlerini görmüyor muyuz?
“Yukarıdakiler bilir, biz karışmayalım” diyerek her yanlışı kabullenen bir topluluk, tarih boyunca sadece savaşın değil, baskının da zeminini hazırlamadı mı?
Bugüne Yansıyan Dersler
1788 savaşı, bize hâlâ önemli bir soru bırakıyor: Gücü elinde tutanlar hata yaptığında, halkın susması bir erdem midir, yoksa suç ortaklığı mı?
Bir forumdaş olarak ben diyorum ki: 1788’in dersini almamış bir toplum, her nesilde aynı yenilgiyi yeniden yaşar.
Bugün sosyal medyada, siyasette, iş dünyasında bile aynı refleksleri görüyoruz: eleştiriye kapalı zihinler, “devlet büyükleri ne derse o olur” mantığı, ve sorgulamaktan korkan bireyler.
Savaşlar artık top ve tüfekle değil; bilgiyle, ekonomiyle, teknolojiyle yapılıyor. Ama zihniyet aynı kaldıkça, sonuç değişmiyor.
Provokatif Sorular Zamanı
Peki sizce bugün, 1788’in Osmanlı’sı kim?
Rusya mı, Batı mı, yoksa kendi içimizdeki korkular mı?
Bir imparatorluk çökmeden önce halkı ne kadar susturulmuş olur?
Yoksa biz hâlâ “zafer” kelimesine taparken, insanlığı kaybeden bir toplum muyuz?
Forumda bu soruları tartışmak istiyorum. Tarih kitaplarının soğuk satırlarının ötesine geçelim; çünkü 1788 sadece bir yıl değil, insanlığın aynı hatayı defalarca işlemesinin sembolü.
Sonuç: 1788 Bitmedi
1788’deki savaş aslında hâlâ sürüyor.
Toprak uğruna değil belki, ama ego uğruna.
Sınırları korumuyoruz, fikir kalıplarını koruyoruz.
Ve hâlâ “sorgulama, devlet bilir” diyen bir iç sesimiz var.
İşte o ses, 1788’in gerçek mirası.
Ve onu susturmadıkça, hiçbir savaş gerçekten bitmiş sayılmaz.
Açık konuşayım; tarihe sadece “olanı” değil, “neden olduğunu” sormadan bakanlardan bıktım. 1788 yılı denince çoğu kişi hemen “Osmanlı-Rus Savaşı” der geçer. Ama asıl mesele, o savaşın neden çıktığı ya da kim kazandı değil — o savaşın hangi zihniyetin ürünü olduğudur. Forumda bunu tartışalım istiyorum; çünkü bana göre 1788 sadece bir tarih değil, hâlâ içimizde yankılanan bir zihinsel kalıplaşmanın simgesi.
Savaşın Adı: Osmanlı-Rus Savaşı (1787–1792)
1788 yılı, Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya İmparatorluğu arasındaki 1787-1792 savaşının en sıcak dönemlerinden biriydi. Yani ortada bir sınır çatışması değil, iki büyük imparatorluğun onur, toprak ve çıkar kavgası vardı. Bu savaşta Osmanlı, Avusturya ve Rusya gibi iki devletten biriyle değil, ikisiyle birden uğraşmak zorunda kaldı. Klasik tarih kitaplarında “Rusya’nın Karadeniz’e inme politikası” ya da “Avusturya’nın Balkan hevesleri” diye geçer. Ancak o soğuk ifadelerin ardında yüz binlerce insanın korkusu, açlığı, öfkesi ve ölümleri gizlidir.
Ama mesele sadece dış düşman değildi. 1788 savaşı aynı zamanda Osmanlı’nın kendi iç çürümüşlüğünün, yönetim zafiyetinin ve değişen dünyaya ayak uyduramamasının aynasıydı.
Savaşın Gerçek Yüzü: Kaybedilen Sadece Toprak mıydı?
Bu dönemde Osmanlı yönetimi hâlâ eski sistemlerle, eski reflekslerle hareket ediyordu. Avrupa’da sanayi devrimi kıvılcımları yanıyor, bilimle birlikte askeri teknoloji ilerliyordu. Bizde ise hâlâ “yeniçeriler disiplinsiz, halk yoksul, devlet kâğıt üstünde güçlü” masalları anlatılıyordu.
1788 savaşı sadece askeri değil, zihinsel bir yenilgiydi.
Osmanlı’nın “şanlı geçmişe” tutunarak, değişen dünyanın dinamiklerini reddetmesi onu yenilgiye götürdü. Bu savaşta yenilen bir ordu değil; düşünmeye direnen bir imparatorluktu.
Ve ironik olan şu ki, halkın büyük kısmı savaşın nedenini bile anlamamıştı. Köylüler için savaş, uzak diyarlarda ölen isimlerdi. Saray içinse savaş, bir prestij meselesiydi. Aradaki uçurum, imparatorluğun sonunu hazırlayan en büyük uçurumdu.
Erkeklerin Stratejisi, Kadınların Empatisi
Bu noktada forumda hep düşündüğüm bir karşılaştırmayı gündeme getirmek istiyorum:
Erkek egemen tarih yazımı, savaşları stratejiyle, kahramanlıkla, zaferlerle anlatır. Kadın bakış açısı ise savaşın insan yüzüne dokunur — aç kalan çocuklara, dul kalan eşlere, parçalanan topluluklara…
1788 savaşını erkekler “kaybedilen bir muharebe” olarak gördü. Kadınlar ise onu “bitmeyen bir yas” olarak yaşadı.
Bir erkek, haritaya bakıp “burada mevzi kaybettik” diyebilir. Bir kadınsa “o gün komşumun oğlu dönmedi” der.
Hangisi tarihtir? Hangisi gerçektir?
Tarihi yalnızca stratejiyle anlamaya çalışan erkek zihniyet, savaşın nedenlerini değil, sadece sonuçlarını tartışır. Kadınsı bakış ise insani kayıpları merkeze koyar, ama bazen politik gerçekliği göz ardı eder. Bu yüzden her iki yönün birleşmesi gerekir: akıl ve kalp, strateji ve empati.
Tartışmalı Noktalar: Gerçek Suçlu Kimdi?
Peki suçlu kimdi? Osmanlı mı, Rusya mı, yoksa tarih boyunca bitmeyen “imparatorluk hırsı” mı?
Rusya, Çariçe II. Katerina döneminde genişleme politikasını “medeniyet getirme” kisvesi altında yürütüyordu. Osmanlı ise çöküşte olduğunu bile fark etmeyecek kadar gururla körleşmişti.
Ama asıl suçlu belki de ne Rusya ne Osmanlı; belki de itaatkâr zihinlerdi. Halkın “devlet bilir” diyerek her kararı sorgusuz kabul etmesi, savaşları mümkün kıldı.
Bugün de aynı zihniyetin farklı biçimlerini görmüyor muyuz?
“Yukarıdakiler bilir, biz karışmayalım” diyerek her yanlışı kabullenen bir topluluk, tarih boyunca sadece savaşın değil, baskının da zeminini hazırlamadı mı?
Bugüne Yansıyan Dersler
1788 savaşı, bize hâlâ önemli bir soru bırakıyor: Gücü elinde tutanlar hata yaptığında, halkın susması bir erdem midir, yoksa suç ortaklığı mı?
Bir forumdaş olarak ben diyorum ki: 1788’in dersini almamış bir toplum, her nesilde aynı yenilgiyi yeniden yaşar.
Bugün sosyal medyada, siyasette, iş dünyasında bile aynı refleksleri görüyoruz: eleştiriye kapalı zihinler, “devlet büyükleri ne derse o olur” mantığı, ve sorgulamaktan korkan bireyler.
Savaşlar artık top ve tüfekle değil; bilgiyle, ekonomiyle, teknolojiyle yapılıyor. Ama zihniyet aynı kaldıkça, sonuç değişmiyor.
Provokatif Sorular Zamanı
Peki sizce bugün, 1788’in Osmanlı’sı kim?
Rusya mı, Batı mı, yoksa kendi içimizdeki korkular mı?
Bir imparatorluk çökmeden önce halkı ne kadar susturulmuş olur?
Yoksa biz hâlâ “zafer” kelimesine taparken, insanlığı kaybeden bir toplum muyuz?
Forumda bu soruları tartışmak istiyorum. Tarih kitaplarının soğuk satırlarının ötesine geçelim; çünkü 1788 sadece bir yıl değil, insanlığın aynı hatayı defalarca işlemesinin sembolü.
Sonuç: 1788 Bitmedi
1788’deki savaş aslında hâlâ sürüyor.
Toprak uğruna değil belki, ama ego uğruna.
Sınırları korumuyoruz, fikir kalıplarını koruyoruz.
Ve hâlâ “sorgulama, devlet bilir” diyen bir iç sesimiz var.
İşte o ses, 1788’in gerçek mirası.
Ve onu susturmadıkça, hiçbir savaş gerçekten bitmiş sayılmaz.