Ticari elektronik ileti izni ne demek ?

Cezair

Global Mod
Global Mod
Ticari Elektronik İleti İzni: Bir Mesajın Hikâyesi

Bir pazar sabahıydı. Kahvemi almış, telefonda bildirimleri temizliyordum. Derken ekranım yine parladı: “Süper kampanya! Sadece bugün %40 indirim!” Mesajın sonunda küçük bir dipnot vardı: Bu mesajı almak istemiyorsanız iptal yazın.

O anda düşündüm: “Ben bu mesajı neden alıyorum ki?”

İşte o sorunun cevabı, bir forumda paylaştığım hikâyenin de başlangıcı oldu.

Bir Mesajla Başlayan Hikâye

Forumda konuyu “ticari elektronik ileti izni” başlığı altında açtım.

Altına ilk yorum hemen geldi. BurakStratejik kullanıcı adıyla yazan biri şöyle dedi:

> “O izin dediğin şey, aslında senin farkında olmadan verdiğin bir onay. Mobil uygulama yüklerken, ‘tüm şartları kabul ediyorum’ kutusunu işaretlediğinde işte o anda oluyor.”

Arkasından ElifEmpatik adlı bir kullanıcı, Burak’ın yorumuna cevap yazdı:

> “Evet ama mesele sadece izin değil. İnsanların mahremiyetine saygı meselesi. Biri senin numaranı alıp sana mesaj atıyor, ama senin ‘hayır deme hakkın’ neredeyse yok.”

İki yorum, iki farklı bakış açısıydı. Biri stratejik ve yasal yönüne, diğeri duygusal ve insani tarafına dokunuyordu. Hikâye oradan büyüdü, bir yasa maddesinden çok bir toplumsal aynaya dönüştü.

Yasanın Arkasında İnsan Hikâyeleri

Ticari elektronik ileti izni, 2015’te yürürlüğe giren 6563 sayılı Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile hayatımıza girdi. Ama o kanun satırlarında yazan “izin”, aslında dijital çağın en büyük ikilemini anlatıyordu: Rahatlık mı, mahremiyet mi?

Forumda AyhanAnalitik şu veriyi paylaştı:

> “Ticaret Bakanlığı’nın 2024 raporuna göre, Türkiye’de 50 milyondan fazla vatandaş, en az bir kez izinsiz ticari ileti aldığı için şikâyette bulunmuş.”

Yani hepimiz bu hikâyenin içindeydik. Kimimiz bir kahve zincirinden, kimimiz bir market uygulamasından ya da bir sigorta şirketinden mesaj almıştık.

Ancak mesele sadece “spam” değildi; mesele, bireyin kontrol duygusuydu.

Elif bunu çok güzel özetledi:

> “Bir mesajla hayatına giren markalar, bazen eski sevgililerden bile daha ısrarcı olabiliyor.”

Mahremiyetin Ticarileşmesi

Burak o yoruma ciddi bir karşılık verdi:

> “Ama firmalar da müşteriyle ilişki kurmak zorunda. Pazarlama iletişimi olmadan ekonomi dönmez. İzin sistemi aslında denge arayışı. Sen ‘evet’ diyorsan mesaj alırsın, istemiyorsan reddedersin.”

Forumda tartışma derinleşti.

Kadın üyeler genellikle “kişisel alanın ihlali” açısından konuyu değerlendirirken, erkek üyeler “pazarlama stratejisi” tarafından yaklaşıyordu. Ancak bu fark çatışmadan çok tamamlayıcılığa dönüştü.

Bir kullanıcı şu cümleyi yazdı:

> “Belki de sorun mesajın kendisinde değil, mesajın tonunda. İnsan gibi konuşan markalar kimseyi rahatsız etmez.”

Bu yorumdan sonra herkes anladı ki mesele “reklam” değil, “ilişki” kurma biçimiydi.

Yani izin, aslında bir tür “dijital rıza” kültürünün parçasıydı.

Ve bu kültür, toplumsal saygı anlayışının dijital versiyonuydu.

Bir Kahve Zinciri, Bir Direniş ve Bir Farkındalık

O günlerde forumda bir kullanıcı, kendi yaşadığı olayı paylaştı:

> “Bir kahve markasından haftada üç kez mesaj alıyordum. Sonunda iptal yazdım ama mesajlar bitmedi. Şikâyet ettim, sonra markadan özür geldi. Ama ilginç olan şu: O süreçte markaya olan güvenim tamamen bitti.”

Bu hikâye, birçok kişide yankı uyandırdı. Çünkü çoğumuz markalarla ilişkilerimizi sadece ürün üzerinden değil, duygusal olarak da kuruyorduk.

Bir kullanıcı şöyle yazdı:

> “İzin almak sadece yasal bir zorunluluk değil, saygının göstergesi. Bir insanın telefonuna ulaşmak, evine girmek gibidir.”

Bu yorum, forumun tartışmasını başka bir boyuta taşıdı:

Ticari elektronik ileti izni, artık bir pazarlama prosedürü değil, bir etik mesele haline gelmişti.

Dijital Çağın “Rıza Kültürü”

Burak tartışmayı toparlamak için güzel bir analiz paylaştı:

> “İzin kültürü, aslında modern toplumun rıza anlayışını test ediyor. Eskiden kapımıza gelen pazarlamacıya ‘istemiyorum’ diyebilirdik. Şimdi bunu dijitalde nasıl söyleyeceğimizi öğreniyoruz.”

Elif buna şu yanıtı verdi:

> “Belki de önce ‘dijital hayır’ demeyi öğrenmeliyiz. Sadece markalara değil, sürekli paylaş, sürekli al, sürekli tıklat diyen sisteme.”

O noktada forum sessizleşti. Çünkü herkes bu dijital bombardımanın içinde kendi rızasını kaybetmiş gibiydi.

Bazıları “rahatsız olmasam da alıştım” dedi.

Bazıları “artık hiçbir şeye güvenemiyorum” diye yazdı.

Ama herkes aynı şeyi hissetti:

Kontrol bizdeymiş gibi görünen bir dünyada, aslında biz izni çoktan vermiştik.

Sonuç: Mesajı Kapatmak Değil, Anlamı Açmak

Gecenin sonunda Burak son mesajı yazdı:

> “Ben pazarlama alanında çalışıyorum. Evet, izin almak zorundayız. Ama şunu fark ettim: İnsanların güvenini kazanmak, bir SMS göndermekten çok daha zor. Belki de asıl ileti, kelimelerde değil, niyette.”

Elif ise onun mesajına şu satırlarla karşılık verdi:

> “O zaman çözüm belli. Mesaj göndermeden önce karşındaki insanı düşün. Rızası olmayan bir ileti, ister reklam olsun ister söz, daima gürültü yaratır.”

Forum o gece uzun süre açık kaldı.

Kimse tam bir sonuç bulamadı ama herkes bir şey fark etti:

Ticari elektronik ileti izni, aslında teknolojinin değil, insanlığın sınavıydı.

Belki de o sabah aldığım o “kampanya mesajı” kötü bir şey değildi.

Belki de bana şunu hatırlatıyordu:

> “Gerçek iletişim, sadece mesaj göndermek değil, karşıdakinin duymak isteyip istemediğini anlamaktır.”